İstanbul
Dragos

Oyun

 

 

         En son ne zaman heyecanla, hevesle, merakla, kuralsızca spontan bir oyuna dahil olduk?

   Oyun, hayal gücünün berrak yansıması ve bazen de var olan gerçeğin canlandırılan dramasıdır. Biyogenetik yasaya göre çocuk oyunu, eski kuşaklardan kalan faaliyetlerin bir parçasıdır. Toplum evrimiyle çocuk evrimi arasında ilişki kuran oyun kuramcıları ise bireyin yaşamı boyunca kendi tütünün geçirmiş olduğu gelişme seyrinin aynısını geçirdiğini söyleyerek oyunun da bunun en açık örneği olduğunu savunmuşlardır. İlk gerçek oyun kuramını ortaya atan Hazbert Spencer oyunu, fazla enerjinin harcanması olarak nitelendirmiş, böylelikle gerginliğin azacalağını savunmuştur. Çocuk psikolojisi ve oyun kuramıyla ilgili önemli araştırmalara imza atmış Karl Gros'a göre oyun, gerçek yaşama alışma egzersizidir ve bireyi gerçek yaşamda karşılacağı zorluklardan korunmaya hazırlar. Psikanalizin devi olarak tanıdığımız Freud, oyunu duyguların dışa vurumu olarak tanımlayarak, çocukların oyun ortamında iç dünyalarını, duygularını açığa vurduklarını, gerçek yaşamda başa çıkamadıkları olayları oyuna entegre ederek duygularının üstesinden gelebildiklerini söylemiştir. Tüm bu bilgiler ışığında oyun, tüm bilincin ve bilinç altının rahatlama, yaratma, anlam çıkartma ve öğrenmeye yönlendirme sanatıdır. 

   Peki, yaratıcı kimliğin temellerinin atıldığı çocuk zamanların imrenerek baktığımız en hoşa giden faaliyeti olan oyunun, yetişkin hayatında yeri yok mudur?

   Son yıllarda yapılan araştırmalar yetişkin ve çocuk arasındaki olumlu ilişkinin güçlenmesi için geçirilmesi gereken kaliteli zamanın, oyun üzerine programlanması gerekliliğinin üzerinde durmaktadır. Özellikle kabul görme gereksiniminin yoğun olduğu oyun çağı dönemindeki çocuk için anne ve baba ile oyun oynamak, benzersiz bir deneyim niteliği taşımaktadır. Çocuk için kendisine güven veren ve ihtiyacı olduğu an gereksinimlerinin karşılanacağından emin olduğu anne - baba ile oynanan oyunlar büyük önem taşır. Ancak zihin okumada ve hissetmede ustalaşmış çocuk ile oyun oynamak için gerçekli istekli ve hazır olmak gerekir. Aksi halde geçirilen zaman anlamsızlaşır, çocuk güvensizleşir. oyun esnasında çocuğun yansıttığı kimlikler, kurduğu hayaller dikkatle izlenmeli, önemsenmelidir. Gerçekten dinlendiğini ve anlaşıldığını hisseden çocuk, oyunun sürekliliği için çaba sarfeder ve ilişki kendiliğinden zenginleşir. Oyunu karşılıklı yönetmek gerekir. Düzenlemeler, mantıklı yaklaşımlar ve koyulan kurallar ebeveynleri oyun akışının dışında bırakacaktır. Oyunda gelişen durumlara göre esneklik gösterilmesi gerçek hayatta da çocuğun adaptasyon, uyum, problem çözme konusunda anne babasını nasıl örnek alacağı konusunda büyük önem taşır. Bu sayede oynanan oyunlar yoluyla çocuğa probleme açık olması, değişik fikirler üretebilmesi, esnek olması, çelişki ve belirsizliklere karşı hoşgörülü olması, bilinenlere ve standartlara rağbet etmemesi rahatlıkla öğretilebilir. Etkili dinleme ve yönlendirmeyle, halihazırda varolan merakı arttırılabilir. Oyunun süresi değil, birlikteliğin hissiyatı önemlidir.

   Çocuk erken yaşta yaşaması gereken deneyimleri yaşamaz ise potansiyelini ortaya çıkarma fırsatını kaçırmış olur. Bu potansiyel, günlük etkinlikler, evde ve okulda kurulan etkileşimler sonucu oluşur. Hayatı önce oyun yoluyla deneyimleyen çocuklar için son yıllarda okul eğitiminin de sadece oyun ortamında verilecek şekilde programlanması şaşırtıcı değildir. Zaten bildiğimiz bir dünyaya yeniden girebilmek ebeveyn ve eğitimciler olarak çocuklara verebileceğimiz en güzel hediyedir.

 

Uzm. Psikolog Ezgi Gizem Narat